Su altı madenciliği: Derinleşen bir ikilem
Hayat rahatsız edici çelişkilerle doludur. Bazı ikilemler hızlı düzeltmelerden ve kullanıma hazır çözümlerden daha fazlasını gerektirir.
Kritik minerallerin tedariğine yönelik gün geçtikçe artan ihtiyacımızı ele alalım. Bu mineraller gerçekten sürdürülebilir bir geleceğimizin olmasını sağlayacak önemli teknolojilerin çoğu için gerekli olan nadir metalleri içerir.
Bu konu hakkında önceki makalede belirttiğim gibi, mevcut kritik mineral tedariki Paris Anlaşması hedeflerinde öngörülen ve COP26’da onaylanan net sıfır emisyona hızlı geçişi desteklemek için yeterli değildir. Örneğin, mevcut madenlerden ve inşaat halindeki projelerden beklenen lityum ve kobalt üretimi, 2030 yılına kadar gereksinimlerimizin yalnızca yarısını karşılayacaktır. Benzer şekilde, öngörülen bakır talebimizin %20’si eksik kalacaktır. Tüm bunlar olurken, pil yapımına kullanılan nikel gibi materyallerin ve nadir bulunan neodyum ve disprozyum gibi temel toprak elementlerinin tedarikinde de önümüzdeki yıllarda sıkıntılar yaşanabilir.[1]
Bu mineraller için hızlı şekilde yeni kaynaklar bulmamız gerekiyor.
Bunda herhangi bir çelişki yok.
Sorun şu ki, kritik minerallerin en büyük potansiyel kaynaklarından biri gözlerimizin hemen önünde, gezegenimize hayat veren okyanusların içinde. Ama bu hayat kaynağını, kısa vadede rahat etmek için yağmalamamız gerektiğine inanıyorum.
Denizlerimiz ve okyanuslarımız, yeni yeşil teknolojileri sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz mineral türlerini barındıran doğal kaynaklardır. Ve bu mineralleri çıkarmak üzere derin deniz madenciliği yatırımlarını desteklemek için hazırda bekleyen çok sayıda taraf var. Ancak okyanuslarımız gezegenimizin en büyük doğal kaynaklarından biridir. Ve ticari istismara karşı büyük ölçüde savunmasızdır. Dikkatli olmazsak, gezegenimizin en değerli doğal ortamlarından birini yok ederek bir anda kendimizi onu kurtarmaya çalışırken bulabiliriz.
Ayrıntılara bakın
Gerçeklere daha yakından bakmak, sorunu açığa çıkarmaya ve olası stratejilere ışık tutmaya yardımcı olabilir.
İlk olarak, kritik elementlere olan talebin neden bu kadar fazla olduğunu ve bu kadar hızlı büyüdüğünü anlamaya çalışmalıyız. Net sıfır emisyon hedefine giden yolculuğumuzu destekleyen türbinlerin ve elektrikli araçların manyetik bileşenleri için bazı nadir toprak elementlerine (praseodimyum, neodim, terbiyum ve disprozyum vb.) ihtiyacımız var.
Rüzgar ve güneş enerjisi gibi sürdürülebilir enerji teknolojilerine gün geçtikçe daha fazla yönelirken, ürettikleri gücü depolamaya yardımcı olması için yeni nesil pillere ihtiyacımız var. Bu yüksek performanslı, uzun ömürlü pillerin üretilebilmesi için lityum, nikel, kobalt, manganez ve grafit gibi elementler gerekir. Ayrıca, elektrik ağlarımızı korumak için bakır ve alüminyum gibi çok sayıda malzeme tedarikine ihtiyacımız var.
Bu talepler oldukça yüksek.
İlk bakışta, mineral talebi yüksek olan bu teknolojiler için derin deniz, zengin kaynaklar sağlayabilir gibi gelebilir. Abisal düzlükler (deniz yatakları) dünya genelinde trilyonlarca değerli polimetalik bakır, nikel ve demir yumrusu içerir. Çok eski zamanlardan kalma hidrotermal delikler sıklıkla altın, gümüş, kurşun ve çinko bulunan sülfür yataklarının göstergesidir. Denizaltı dağları ise genellikle zengin kobalt yüzey katmanlarına sahiptir. Ve orada öylece duruyorlar. Okyanusta el değmemiş bir şekilde bekliyorlar.
Çok cazip, değil mi?
Bu muhteşem kaynaklar, dünyanın şiddetli oluşumunda gerçekleşen kozmik bombardımanın meyveleridir. Bunları, değerlendirmeden öylece orada bırakmak, kulağa son derece mantıksız geliyor.
Oraya inip her yumruyu deniz tabanından teker teker alabilseydik, yeşil dönüşümü desteklemek için ihtiyaç duyduğumuz mineralleri sınırsız bir şekilde tedarik edebilirdik.
Ne yazık ki, okyanus söz konusu olduğunda, toplumumuz ve teknolojimiz, okyanusun derinliklerine hep mesafeli yaklaşmıştır.
Kara madenciliğinden dersler çıkarmak
Sorun son derece açıktır: Hâlihazırda bu mineralleri hassas bir şekilde ve daha da önemlisi ciddi bir çevresel yıkım olmadan derin denizden ekonomik olarak verimli şekilde çıkarmak için yeterli teknolojik bilgi birikimine sahip değiliz.
Bunun yerine, şimdiye kadar nispeten küçük bir kullanışlı madde kütlesi arayışında büyük makinelerin deniz zeminini tırmıkla taradığı ve biyolojik olarak aktif yüzey katmanının tamamını yok ettiği kazıma yöntemine bel bağladık. Fakat, bu yöntem hassas olmaktan son derece uzaktır. Bu, yeryüzündeki değerli taşlara ulaşmak için yağmur ormanının tamamını yok etmek gibi bir durumdur.
Bu tür bir faaliyet, hayal edilemez ölçekte fiziksel bir yıkıma neden olmakla kalmaz, aynı zamanda su altı gürültü kirliliğine neden olarak deniz dibinin üst katmanlarındaki deniz yaşamına daha sinsi bir şekilde etki eder.
İsviçreli deniz yaban hayatını koruma grubu OceanCare’in bir raporu,[2] derin deniz madenciliği faaliyetlerinin, deniz yaşamını yüzeyden deniz yatağına kadar etkileyebileceğini öne sürmektedir. Derin denizdeki canlı türleri, yiyeceklerin yerini tespit etmek için doğal seslerden yararlandıklarından ve yakın mesafede insan kaynaklı gürültüye alışık olmadıklarından bilhassa etkiye açık olacaklardır.
Birçok derin deniz canlısı türü de sesil karakterlidir, yani yaşamlarını deniz yatağına veya kaya oluşumu gibi başka bir nesneye yapışık olarak sürdürürler. Sonuç olarak, derin deniz madenciliği faaliyetlerinin yarattığı gürültüden (titreşim/basınç dalgaları) kaçamazlar. Bu rapora göre balina, yunus ve kaplumbağalar gibi göçmen türler bile, beslenmek veya üremek için kısa bir süreliğine maden bölgesinden geçerken bile bundan etkilenebilir.
Balıklar, kabuklular ve deniz yataklarında yaşayan bitkiler için son derece vahim sonuçlar ortaya çıkacaktır. Deniz tabanının yıkıcı bir şekilde taranması, oradaki yaşamı yok edecektir. Ekosistem geri dönülemez şekilde değiştirecektir.
Sorumluluğumuz altındaki bu ekosistemi yeterince ciddiye almıyoruz. Derin deniz bizim için yabancı bir ortam olabilir. Gerçekten de derin deniz keşfi, medya odaklı kolektif bilincimizde uzay keşfinden muhtemelen daha az bir yer kaplıyor. Ancak beşeri faaliyetlerin ve bekânın merkezindedir. Hâlihazırda ısınmaya devam eden gezegenimizde oluşan ısıyı emer, karbonu hapsederek iklim değişikliğini yavaşlatır, deniz yaşamındaki bereketi destekler, besinleri geri dönüştürür ve ‘derin karbon döngüsünün’ büyük kısmı tektonik plakaların kesiştiği noktada gerçekleşir.
Tüm bunları yüz milyonlarca yıldır yaptığı gibi sessiz ve verimli bir şekilde yapmaya devam eder. Ta ki, biz müdahale edene kadar.
Birleşik Krallık The Guardian gazetesi “Derinliklerin narin ve kadim canlıları olan kum kurdu, deniz hıyarı, mercan ve mürekkep balığı gibi canlılar deniz tabanının taranması nedeniyle yok olacaktır. Toksik metaller içeren çökelti hüzmeleri yukarıya doğru spiral şeklinde yayılarak denizdeki gıda zincirlerini zehirleyecektir.” ifadesine yer vermiştir.[3]
Tarama makinelerinin yarattığı çamurlu bulutlarda boğulan ve gürültü kirliliğiyle “sağırlaşan” deniz canlıları nüfusunun toparlanması, hayatta kalsalar bile, yüzyıllar alabilir.
Kuşkusuz, insanlığın kara madenciliği alanındaki geçmişi güvenebileceğimiz bir gösterge ise okyanuslarımızın korunması konusunda endişe duyan insanlar panik yaşamakta haklılar.
Karada gerçekleştirilen kömür ve değerli metal çıkarma faaliyetleri uzun zamandır çevreye zarar vererek biyolojik çeşitliliğin azalması, su yollarının tahrip olması, bitki örtüsü kaybı, kirlilik ve toprak erozyonu gibi sonuçlar doğurmuştur.
Madenciliğin yıllık olarak tüm sera gazlarının %4 ila %7’sine veya 1,9 gt ila 5,1 gt CO2’ye eş değer emisyona neden olduğu tahmin edilmektedir.[4] Demir gibi nispeten yaygın bir mineral bile, çıkarılan kilogram başına 2 kg sera gazı üreterek, yüksek bir çevresel fatura doğurur.[5]
Kısacası, arazi madenciliği geçmişimize baktığımızda kısa vadeli hedefleri insanların ve gezegenin üzerinde tutan kâr hırsının ve yıkıcı verimsizliğin hakim olduğu bir tablo ortaya çıkıyor. Ancak şimdi, ilk hasarın üzerinden uzun bir süre geçtikten sonra, çevresel etkileri anlamak ve çevreyi koruyabilecek veya yenileyebilecek hafifletici teknolojiler ve teknikler geliştirmek için adımlar atmaya başlıyoruz.
İklim değişikliğinin etkilerini önlemekten uzak bir yaklaşımla okyanuslarımızın benzer şekilde sömürülmesine izin vermek, sorunlarımızı daha da kötüleştirebilir ve çöküşümüzü hızlandırabilir.
Kritik minerallere olan talebin artması
Dünyanın kritik minerallere olan talebinin zamanla azalmasını beklemeyin, çünkü tam tersi olacak.
Her ne kadar geleneksel fosil yakıt alternatiflerinden çok daha sürdürülebilir olsa da, rüzgar ve güneş enerjisi tesislerini inşa etmek ve işletmek için standart gazla çalışan tesislere göre %200 ila %300 daha fazla metale ihtiyaç vardır.[6] Böyle olunca da, bir birim enerji üretmek için gereken mineral miktarı, fosil yakıtla çalışan tesislerinin sektöre hakim olduğu 2010 yılından bu yana yarı yarıya artmıştır.[7]
Elektrikli araçların (EV’ler) ve pillerin kullanımındaki artış, 2040 yılına kadar 40 kata kadar daha fazla lityuma, 20-25 kata kadar daha fazla grafite, kobalta ve nikele ve şu anda tükettiğimizden iki kat daha fazla bakıra ihtiyacımız olabileceği anlamına geliyor.
Gerçekten de, önümüzdeki yirmi yıl içinde iklim hedeflerimize ulaşmamızı sağlayacak olan temiz enerji, küresel lityum talebinin %90’ını, nikel ve kobalt talebinin %60-70’ini ve bakır ve nadir toprak elementleri talebinin %40’ını oluşturacaktır.
Deniz zeminleri, hidrotermal bacalar ve su altı dağları bu tür minerallerden oluşan doğal bir hazineye sahiptir. Dahası bu mineraller, her bir ayrı element için genellikle ayrı madenlere ihtiyaç duyulan herhangi bir kurak arazi ekosisteminden çok daha büyük bir çeşitlilikte ve coğrafi yakınlıkta oluşur.
Bu nedenle, benzeri görülmemiş bir ölçekteki mineral çıkarma potansiyelini keşfetmek için derin denizlerde keşif çalışmalarının yürütülüyor olması pek de şaşırtıcı değil.
Derin deniz madenciliği – dibe doğru bir yarış mı?
Ulusal sularda madencilik söz konusu olduğunda bu yarışta hızı belirleyen ülke Japonya’dır. Devlete ait madencilik şirketi JOGMEC, 2017 yılında Okinawa yakınlarındaki 1.600 m derinliğindeki bir hidrotermal baca tesisinden başarılı bir şekilde çinko çıkararak kısa ve orta vadede ticari kârlılığın gerçek bir olasılık olduğunu ortaya koydu.[8]
167 ayrı üye ülkeyi ve Avrupa Birliği’ni kapsayan, BM’nin kurucusu olduğu Uluslararası Denizcilik Otoritesi (ISA) tüm bu ülkeler adına ulusal suların ötesindeki uluslararası suları yönetmekle sorumludur.
Talimatlarından biri de deniz ortamını, derin deniz madenciliğinin potansiyel zararlı etkilerinden korumaya yardımcı olmaktır. 2014 yılından bu yana, derin deniz madenciliğinin tüm insanlara fayda sağlaması için uluslararası bir düzenleyici çerçeve geliştiriyor, ancak küresel COVID-19 pandemisi bu ilerlemeyi sekteye uğrattı.
Bu sırada ISA, uluslararası madencilik şirketlerinin Pasifik, Hint ve Orta Atlantik okyanuslarındaki sahaları araştırmaları için bu yüzyılda geçerli 31 keşif lisansı vermiştir. Bunlardan beşi, tek başına diğer tüm ülkelerden daha fazla maden işletme hakkına sahip olan Çin’e verilmiştir. Bu, Çin’in artık ulusal yargı yetki alanının dışındaki bölgelerde kobalt, nikel, bakır ve diğer değerli mineraller için 238.000 kilometrekarelik (neredeyse Yeni Zelanda büyüklüğünde) derin denizi keşfetme ve potansiyel olarak ticarileştirme hakkına sahip olduğu anlamına gelir. Deniz tabanındaki yarıştaki diğer önemli oyuncular arasında Japonya, Birleşik Krallık, Almanya, Fransa, Kore ve Rusya bulunmaktadır.
Kaynak açısından en zengin bölgelerden biri, Doğu Orta Pasifik’teki Clarion Clipperton Bölgesi’dir ve 6 milyon km2’lik bir alan içinde karadaki bilinen tüm rezervlerden altı kata kadar daha fazla kobalt içerdiği düşünülmektedir.[9]
Derin deniz madenciliğinin ticarileştirilmesi, bazı tahminlere göre 2024 yılına kadar başlayabilir. Bu tarih, Pasifik Adası Nauru adına çalışan yüklenicilerin Nauru sularında yumruları çıkarmaya başlamasının beklendiği tarihtir. Pasifik’in başka bölgelerindeki Kiribati ve Tonga için de benzer operasyonlar planlanmaktadır. Bu durum, etkileri tam olarak anlaşılıncaya kadar hükümetlerin tüm derin deniz madenciliği faaliyetlerinin askıya alınmasını talep etmesine neden olmuştur, ancak araştırmalar on yıllar sürebilir.[10]
Muhalifler birleşiyor. Bu yılki BM Okyanus Konferansı’nda Portekizli bilim insanları, çevreciler ve sivil toplum örgütleri, derin deniz madenciliğine yönelik itirazlarını resmiyete dökmek için güçlerini birleştirdi.[11]
Konferansta konuşan Fiji Başbakanı Frank Bainimarama, derin deniz madenciliğinin ilerlemesine izin verilirse “geçmişten günümüze varlığını sürdüren derin deniz yaşam alanlarının geri dönülemez şekilde yok edileceğini ve bu durumun geçim kaynakları okyanusa bağlı olan insanları etkileyeceğini” söyledi.
Şili, derin deniz madenciliğine izin veren düzenlemelerde 15 yıllık bir erteleme önerdi ve dünya genelinden 146 kanun yapıcı, Derin Deniz Madenciliğinde Erteleme Çağrısı için Küresel Parlamento Beyannamesini imzaladı.
Umarım çok geç değildir.
Doğa konusunda umursamaz davranırsak, hangi fırsatları kaçıracağımızı kim bilebilir? Sadece son 20 yılda, su altında binlerce yeni canlı türü keşfedilmiştir. Bu egzotik türlerden bazıları bize öngörülemeyen şekillerde yardımcı oluyor.
Bir örnek vermek gerekirse, bakteriyel direnç dünya çapında büyüyen bir sorundur. Bazı süngerlerde yaşayan bakteriler, bilim insanlarının yeni antibiyotikler üretmesine yardımcı olabilecek antimikrobiyal bileşikler üretir.
Dikkatsizce gerçekleştirilen derin deniz madenciliği, daha henüz keşfedilmeden yeni türlerin yok olmasına sebep olarak, bizi gelecekteki salgınlara karşı korumak dahil doğal faydalarından sonsuza kadar mahrum kalmamıza neden olacak bir tehdittir.[12]
Hawaii Üniversitesi oşinografi profesörü Profesör Craig Smith’in de uyardığı gibi:
“Derin deniz madenciliği, etki alanı açısından tek başına gezegendeki herhangi bir insan faaliyetine kıyasla en büyük ayak izine sahip olabilir.”[13]
Bence . . . daha iyi bir yol olmalı!
Derin denizlerin talan edilmesine karşı bir dizi alternatif
Nadir ve çevresel etkileri olan minerallere yönelik sürekli artan talebimizi karşılamaya çalışmak yerine, bunlara olan ihtiyacımızı azaltsak nasıl olur?
Metallerin geri dönüştürülmesi ve alternatif yeşil teknolojilerin kullanılması, araştırılmaya değer iki yaklaşımdır.
Geri dönüşüm, kullanım ömrü dolmuş EV pillerinden değerli metallerin çıkarılmasına ve yeni pillerin üretim sürecinde yeniden kullanılmasına olanak tanıyacaktır. Bu teknik, bazı tahminlere göre, 2035 yılına kadar bu minerallere olan talebimizin %35 ila %40’ını karşılayabilir.[14]
Sadece piller değil, aynı zamanda metal bileşenleri seçici olarak geri dönüştürülebilen disk sürücüleri, devre kartları ve hatta floresan lambalar, sıfırdan çıkarmamız gereken indiyum, sitriyum, neodimyum, kobalt ve lityuma olan talebi azaltır.[15]
Kobalt, manganez, nikel ve bakır gibi metallere olan ihtiyacı tamamen ortadan kaldırarak alternatif pil teknolojilerini araştıran başka araştırmacılar da vardır. Örneğin, LFP’yi katot olarak ve grafik karbon elektrodunu anot olarak kullanan lityum demir fosfat (LFP) pillerin geliştirilmesinde ilerleme kaydediliyor.
Yapılan bir çalışmada, LFP pillerinin benzer NMC (nikel, manganez ve kobalt) pillere kıyasla yaklaşık %6 daha düşük maliyetli olduğu ve şarj döngüleri açısından %67 daha uzun dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.[16]
Pasifik’te derin deniz maden sahalarının ticarileşmesine karşı oluşan güç birliği ve ufuktaki alternatif teknolojiler nedeniyle su altı madenciliğine karşı direnç artıyor. Peki bu süreçte başka ne yapabiliriz?
Görünüşe göre daha iyi bir yol var…
Okyanus zeminlerimizi mineral elde etmek için umursamaz bir şekilde tarayarak tüm canlı hayatını yok etmememiz gerekiyorsa, bunun yerine ne yapmalıyız?
Jameel Investment Management Company’nin (JIMCO) yatırımcısı olduğu ABD merkezli startup şirketi Lilac Solutions, bu tür sorunların farklı bir bakış açısıyla çözülmesi için imkanlar dahilindeki yöntemlere yönelik bir bakış açısı sunuyor.
Lilac, özellikle dünyanın lityum rezervlerinin çoğunun doğal tuzlu su (deniz suyu) tortularından elde edildiğini, ancak lityumu tuzlu sudan ayırmak için büyük ve çevreye zarar veren buharlaşma havuzları gerektiğine dair açmazı fark etti. Buna karşılık olarak Lilac bu buharlaşma havuzlarına ihtiyaç duymadan tuzlu sudan lityum çıkarmak için yeni bir ‘iyon dönüştürme’ teknolojisi geliştirdi. Bu yöntem, geri kazanımı artırırken aynı zamanda yüksek saflıkta bir ürün elde edilmesini sağlıyor ve görece olarak daha az çevresel etki yaratıyor.
Nasıl çalışıyor? Lilac’ın özel iyon dönüştürme boncukları, su tanklarından akan tuzlu sudan lityumu emer. Daha sonra, boncuklardaki lityumu çıkarmak için hidroklorik asit eklenir ve sonuç olarak piller için uygun lityum karbonat veya lityum hidroksite dönüştürülebilen lityum klorür elde edilir. Eskiden iki yıl süren lityum çıkarma işlemi, bu yöntemle artık iki saatte tamamlanıyor.
İyon dönüştürme yöntemi daha önce su arıtma programlarında kullanılmış, ancak nadir elementler alanında hiç kullanılmamıştı.
Buna benzer teknolojileri daha geniş bir ölçekte kullanıma sunabilirsek, tüm biyolojik aktivitenin “taranarak yok edilmesi” yerine deniz yataklarımızın kendi yaşam döngüsüne bırakılması gerektiği argümanı daha da güçlendirilecektir. Aksi takdirde, gelecek nesilleri, ekosistemimizin en büyük düzenleyicilerinden biri olan okyanusların sunduğu besinlerin bolluğundan mahrum kalmış bir dünyada yaşamaya mahkum etmiş olacağız.
Kurtuluş: Kırsal bölgelerden uzaya uzanan keşifler
Oyunun kurallarını değiştirme potansiyeli taşıyan başka bir keşif de araştırmacıların Avustralya’daki bakır madeni atıklarından kobalt açısından zengin tortuları geri kazandıkları Avustralya kırsalından geliyor. Gerçekleştirilen testler, bu atıkların içerdiği kobalt miktarının gezegenin üst tabakasında bulunandan 200 kat daha fazla olduğunu gösteriyor. Şimdi, jeologlardan oluşan ekipler, ne kadar kobalt çıkarılabileceğini görmek için ülke genelindeki diğer maden atık örneklerini inceliyor.[17]
Bu keşif bir gösterge ise, belki de hep yanlış yere bakıyorduk ve en kolay şekilde erişebileceğimiz hayati mineral kaynakları bize dipsiz derinliklerden daha yakın.
Alternatif olarak, yeraltının karanlıklarına bakmak yerine, belki de gözlerimizi gökyüzüne de çevirebiliriz.
Güneş sistemimizde yörüngeleri üzerinde dönen asteroitler, %8 oranında metal açısından zengin kütleler ve %75 oranında uçucu karbon açısından zengin kütleler içerir. Bu astreoitlerin yüzeyinde eşit olarak dağılmış daha yoğun metaller, platin grubu mineraller ve nadir toprak elementleri bulunmaktadır, yani görece olarak daha sığ derinliklerden çıkarılabilirler. Tabii bunun için ilk olarak asteroitlerin kontrolünü ele alma ile ilgili sorunları aşmamız lazım.
Gerekli teknoloji şu an gelişme aşamasındadır, fakat hâlihazırda birkaç şirket öne çıkmak için mücadele ediyor. Bunların arasında, 2012 yılında Peter Diamandis, Chris Lewicki ve diğerleri tarafından Washington’da kurulan (ve daha sonra ConsenSys tarafından satın alınan) Planetary Resources ve uzay girişimcisi Rick Tumlinson’un da kurucuları arasında bulunduğu, Silikon Vadisinde 2013 yılında kurulan Deep Space Industries (daha sonra Bradford Space tarafından satın alınan) yer alıyor.[18]
Daha yakın bir tarihte, Kaliforniyalı startup şirketi AstroForge 13 milyon ABD Doları tutarındaki tohum aşaması finansmanıyla Ocak 2022’de piyasadaki yerini aldı. Bu şirket, derin uzayda çıkarılmış materyallerin işlenmesi için laboratuvarda test edilmiş teknolojilere sahiptir. Gelecekte bir SpaceX uçuşuyla ekipmanlarını uzay yörüngesinde denemesi bekleniyor.[19]
Bu çabalar iyi bir kâr payı sağlayabilir.
Yapılan bir çalışmada, 500 tonluk bir asteroidi kontrol altına almanın ve onu alçaktaki bir Dünya yörüngesine yerleştirmenin yaklaşık 2,6 milyar ABD dolarına mal olacağı, ancak 30 metrelik bir asteroidin sadece platin kaynakları ile 50 milyar ABD dolara kadar bir getiri sağlayabileceği öne sürülmüştür.[20]
Bunlar, insanların ilgisini çekebilecek rakamlardır.
Geri döndürülmesi mümkün olmayan biyolojik yok oluş için zaman daralıyor
Hiç kimse, modern yaşamın temelinde yer alan cep telefonları, piller, yeşil enerji, mikroçipler ve daha pek çok bir dizi teknoloji için gerekli kritik minerallerin önemini inkar etmez. Buradaki zorluk, bunları mümkün olduğunca az çevresel yıkıma neden olacak şekilde elde etmektir.
Derin deniz madenciliğinde ısrar ederek balık stoklarını tahrip etmeden ve tüm ekosistemi yıkmadan önce, bulunduğumuz pozisyonda yeterli bilgiye sahip olmadığımızın ve ‘beklememiz’ gerektiğinin farkında olmalıyız.
Daha fazla bilgiye ve daha fazla içgörüye ihtiyacımız var, aksi takdirde kara madenciliğinde geçmişte yapılmış olan hataları tekrarlama ve deniz yaşamında geri dönüşü olmayan bozulmalara neden olma riskini almış oluruz.
Ardında bir kaos bırakan kazıma yöntemiyle deniz yataklarımızı taramak çok kolay gibi görünebilir, ancak verilen hasarı onarmak çok daha zor olacaktır.
[1] https://www.iea.org/reports/the-role-of-critical-minerals-in-clean-energy-transitions, IEA, Mayıs 2021
[2] https://www.oceancare.org/wp-content/uploads/2021/11/DeepSeaMining_a-noisy-affair_report_OceanCare_2021.pdf
[3] https://www.theguardian.com/world/2021/aug/29/is-deep-sea-mining-a-cure-for-the-climate-crisis-or-a-curse
[4] https://www.mckinsey.com/business-functions/sustainability/our-insights/climate-risk-and-decarbonization-what-every-mining-ceo-needs-to-know
[5] https://earth.org/environmental-problems-caused-by-mining/
[6] https://www.mckinsey.com/industries/metals-and-mining/our-insights/the-raw-materials-challenge-how-the-metals-and-mining-sector-will-be-at-the-core-of-enabling-the-energy-transition
[7] https://www.iea.org/reports/the-role-of-critical-minerals-in-clean-energy-transitions
[8] https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0964569120301526
[9] https://www.youtube.com/watch?v=7HoVwJH-_so
[10] https://www.nationalgeographic.com/environment/article/proposed-deep-sea-mining-would-kill-animals-not-yet-discovered
[11] https://globalvoices.org/2022/07/05/the-tide-is-rising-against-deep-sea-mining/
[12] https://www.theguardian.com/environment/2021/sep/29/covid-tests-and-superbugs-how-the-deep-sea-could-help-us-fight-pandemics
[13] https://www.boldbusiness.com/energy/blue-economy-impact-deep-seabed-mining-ocean-minerals/
[14] https://www.theguardian.com/world/2021/aug/29/is-deep-sea-mining-a-cure-for-the-climate-crisis-or-a-curse
[15] https://www.theguardian.com/environment/2021/may/10/recycling-rare-metals-climate-green-technology
[16] https://www.pnnl.gov/sites/default/files/media/file/Final%20-%20ESGC%20Cost%20Performance%20Report%2012-11-2020.pdf
[17] https://www.ft.com/content/d142bb46-1bc0-49bd-8005-0833497b84e0
[18] https://web.mit.edu/12.000/www/m2016/finalwebsite/solutions/asteroids.html
[19] https://www.space.com/asteroid-mining-startup-astroforge-2023-launch
[20] https://web.mit.edu/12.000/www/m2016/finalwebsite/solutions/asteroids.html
Cartoon image illustrated by Graeme MacKay