2014 yılında kurulduğundan beri, Massachusetts Institute of Technology (MIT)’teki Abdul Latif Jameel Su ve Gıda Sistemleri Laboratuvarı (J-WAFS) iklim değişiklikleri, nüfus artışı ve dünya genelinde artan kentleşme ve büyüme karşısında su ve gıda sorunlarıyla mücadele etmeye yardımcı olmaya yönelik öncü çalışmalarıyla tüm dünyada dikkat topluyor.

Gıdanın geleceği: genetiği düzeltilmiş mahsullerle ısının üstesinden gelmek

Yazan Robert Sakai-Irvine, The Mainichi Staff Writer

Japonya’nın ulusal günlük gazetesi Mainichi Shimbun’un İngilizce haber sitesi The Mainichi kısa süre önce, mahsul dirençliliği ve gen düzeltme ile ilgili J-WAFS’İn finanse ettiği heyecan verici bir projeye de göz atan, gıdanın geleceği hakkındaki bir makalede J-WAFS’ın çalışmalarını ön plana çıkardı. Orijinal olarak 28 Kasım 2018 tarihinde yayınlanan makale izin alınarak aşağıya kopyalanmıştır.

DNA’sı ısının üstesinden gelecek şekilde ayarlanmış buğday ve sıcak ve kuru hava koşullarında gelişecek şekilde yeniden tasarlanmış pirinç. Bu tür genetiği düzeltilmiş gıdaları dünyanın her yerinde yemek masalarına taşıma çalışmaları devam ediyor; daha sıcak, bazı yerleri daha kuru ve daha yoğun nüfuslu, gezegenimizin gerektirdiği şekilde, yeni pirincin 2039 civarında kaselerde yerini alması bekleniyor.

Massachusetts Institute of Technology (MIT)’te yer alan Abdul Latif Jameel Su ve Gıda Sistemleri Laboratuvarı (J-WAFS) direktörü Profesör John H. Lienhard V, The Mainichi’ye e-postayla gönderdiği yorumlarında, “İklim değişiklikleri dünyanın büyük bir kesiminde gıda güvenliği üzerinde çok büyük tehdit oluşturuyor,” diyor. Şunları ekliyor; “gıda üretimi uygulamalarında ve hatta beslenme rejimimizdeki temel gıdalarda değişiklikler gerekecek.”

Birleşmiş Milletler ve Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’ye göre mahsul verimi yükselen her derece sıcaklık için yüzde 5 oranında düşüyor.

Bu arada, 8 Ekim tarihinde yayınlanan bir IPCC raporu, 2030 geldiğinde sanayi devrimi öncesine göre Dünyanın ortalama 1,5 Santigrat derece saha sıcak olabileceğini ifade ediyor. Bu daha sıcak dünya yağışlarda belirgin düşüşlerle birlikte gelebilir: Meksika, güney Afrika, Orta Doğu ve güney Çin’in büyük kısımlarında yüzde 5 ila 10; güney Avrupa ve Kuzey Afrika’nın bazı yerlerinde yüzde 20’ye kadar. Aynı zamanda, BM tahminlerine göre dünya nüfusu 2050 itibariyle 9,73 milyara, 2100 itibariyle 11,2 milyara kadar artmaya devam edecek.

Japonya’da Kabine’nin 2015 iklim değişikliği adaptasyon planı pirinç veriminin düşmeye başladığını kaydetti. Dahası, IPCC’nin en kötü 3 derece ısınma senaryosuna göre, “eğer yüksek sıcaklığa dayanıklı çeşitlere kayma devam etmezse birinci sınıf pirincin oranı tüm ülke çapında azalacak,” ülkenin kuzeyi hariç.

MIT’ten Lienhard herkesin gıda israf etmeyerek, yeşil enerji kullanarak ve “kişisel gıda tercihlerinizin sürdürülebilirliğinin nasıl asgari düzeye çıkarılabileceğini”düşünerek bu tehditlerle başa çıkmaya yardımcı olabileceğini kaydetti. Bu sırada, “bilim ve teknoloji önemli sonuçlar elde etmeyi hedefleyecek.”

Karşınızda yukarıda sözü edilen çok su istemeyen mahsuller.

Verimi yüksek tutmak için, “bizim yaklaşımımızla – hücre biyolojisinden tüm bitki fizyolojisine kadar kapsayan — tanımladığımız genlerin ve metabolik yolların GM (genetik modifikasyon) müdahalesi için iyi adaylar olabileceğini düşünüyorum” dedi MIT öğretim üyesi David Des Marais e-posta röportajında, The Mainichi’ye.

Des Marais ve ekibi buğday ve pirinçle ilişkili bir çim türünde ısı ve su baskısına tepkinin genetik temellerini bulmak için J-WAFS’ın desteklediği bir proje üzerinde çalışıyor. Bu koşulların harekete geçirdiği gen ağlarını ve bitkilerin hayatta kalmak için besin gibi kaynakları nasıl paylaştığının cevabını arıyorlar. Sözlerine ekibin araştırmasına dayanan genetik düzeltmenin “dünya genelinde risk altındaki yerlerde mahsul direncini ve gıda güvenliğini artırmak için iyi bir fırsat olabileceğini” ekledi.

Des Marais’in “çok heyecan verici” addettiği bir başka gİrişim de C4 Pirinç Projesi. Ana merkezi İngiltere Oxford Üniversitesi olan 10 enstitünün katıldığı bir girişim olan projenin hedefi fotosentez sırasında ürettiği üç karbon molekülü nedeniyle “C3” bitkisi olarak anılan pirinci genetik olarak “C4” bitkisine değiştirmek. Bu bitki türündeki kimyasal işlemler C3 kuzenlerine kıyasla güneş enerjisinin fotosentez — karbon dioksit ve sudan glikoz üretmek için güneş ışığını kullanma — yoluyla bitkinin kullanabileceği (ve bazılarını bizim yiyebileceğimiz) formlara dönüştürülmesinde çok daha etkili. Kısacası, C4 bitkileri aynı miktarda güneş ışığından daha fazla tanecik üretir.

06/07/15 tarihli bu fotoğrafta güney İbaraki Prefektörlüğü’ndeki pirinç tarlaları görülüyor. Fotoğraf: © Mainichi/Takuma Nakamura

 

Dahası proje başkanı ve Oxford profesörü Jane Langdale e-posta yazışmasında The Mainichi’ye, “C4 bitkileri sıcak ve kuru yerlerde çok iyi sonuç veriyor; genellikle daha az nitrojen ve daha az su kullanarak C3 bitkilerinden yüzde 50 daha fazla verim sağlıyor,” dedi ki, bu da bitki metabolizması için çok önemli. Bazı bölgeleri daha az yağış alan ısınmakta olan dünyanın “belirtileri muazzam,” diye ekledi.

Ancak, bunların hiçbiri kolay değil. C4 projesi pirince yeni kimyasal özellikler, hatta yapraklarına yeni hücre yapıları, kazandıran pirinç bitkisinin temel yaşam süreçlerinden birinin genleri seviyesinde yeniden tasarımından farksız. Dahası, genler arasında ‘ağ bağlantısı kurulmuş’; demek oluyor ki, genetik ifade moleküllerin kendi aralarındaki diğer maddeler ve faktörlerle aralarındaki etkileşimlere dayanıyor; dolayısıyla hangi gen kombinasyonlarının ne yaptığını bulmak kolay iş değil.

Genetiği değiştirilmiş organizmaların (GMO’lar) gelecekteki sonuçları ile ilgili de yaygın endişeler var. 25 Temmuz’da, Avrupa Adalet Divanı genetiği düzeltilmiş tüm bitkilerin — DNA dışında değişiklik içermeyenler de dahil — Avrupa Birliği’nin GMO Direktifi kapsamında yer aldığına hükmetti; buna göre bir GMO pazarda yer almadan önce sıkı kontrol ve resmi onay işlemlerine tabi olacak.

Diğer yandan, Japon Çevre Bakanlığı’ndaki 20 Ağustos tarihli uzman paneli raporu başka kaynaklardan DNA yerleştirilerek genetiği değiştirilen organizmalar için düzenleme getirirken genleri devre dışı bırakılan veya silinen GMO’lar için kuralların gevşetilmesini önerdi; gerekçe olarak da bu tür genetik değişikliklerin doğada gerçekleşmesini gösterdi.

MIT’ten Des Marais, “Çok sayıda bitki biyoloğu AB’de kısa süre önce gerçekleşen gelişmeler karşısında şok oldu,” diye yorum yaptı ve “Umarım dünyanın diğer bölgeleri gelecek nesil GM mahsullere daha açık ve kanıta dayalı bir zihinle yaklaşır” diye ekledi. Bu arada Oxford’dan Langdale, C4 pirinci Pazar için hazır olduğunda “farklı temel kurallar” olacağını öngördü, “özellikle de gıda kıtlığı tahmin edildiği kadar aşırı olursa.”

GMO ile ilgili endişelerin üstesinden gelinirse, hem Des Marais hem de Langdale genetiği düzeltilmiş bitkilerin ısınan dünyamızın artan nüfusunu doyurabileceğine inanıyor; ancak önümüzde uzun bir yol var.

“Proje (C4 pirinç) hedefte, ancak gelecek yıl mevcut aşama sona erdikten sonra 10 yıllık mühendislik aşamasına ihtiyaç olması bekleniyor, bunu da muhtemelen 10 yıllık yetiştirme aşaması takip edecek. Bu, bitiş tarihini 2039’a taşıyor,” diyor Langdale.

Yine de, Des Marais halihazırda yetiştirdiğimiz gıdaları daha iyi korumak için de çalışmamız, bunun için suyu ve toprağı verimi artıracak şekilde yönetmemiz ve küçük ölçekli çiftçilerin sahip oldukları topraktan maksimum verim alabilmeleri için ihtiyaç duydukları finansmana ulaşmalarına yardımcı olmamız gerektiğini vurguluyor. “10 milyar insanı beslemek için … daha iyi çeşitlere, daha iyi mahsul sistemlerine, pazara daha iyi erişime ihtiyacımız olacak,” diyor. “GM bunun bir parçası, ama muhtemelen en kritik olanı değil.”

© 2018 The Mainichi Newspapers Co. Tüm hakları saklıdır. İzin üzerine yayınlanmıştır.