Sulak alanların güzelliğini korumak
Dünyanın en önemli habitat türlerinden biri için bir isim seçecek olsanız muhtemelen ‘sulak alanları’ seçmezdiniz. Çürümüş atık alanları, çamurlu bataklıklar, orman bataklıkları ve diğer genel olarak sevilmeyen (en azından insanlar tarafından) ortamlardan oluşan bir görüntüye sahiptirler. Geleneksel olarak birçok ‘modern’ insan tarafından alan kaybı sayılan suların hakim olduğu bu habitatların karmaşık bir bileşiminden oluşan bu alanlar, daha ‘verimli’ amaçlara yönelik olarak kullanılabilmeleri için kurutulmalı ve geri kazanılmalıydı.
Ancak doğal dünyayla ilgili olarak geleceği göremediğimiz için sık sık sahip olduğumuz bunun gibi yanlış algılar, bu alanların gezegenimizin ekosisteminde oynadığı hayati rolü gözden kaçırmamıza neden olur. Neyse ki sonunda, sulak alanlar artık kesinlikle hayati öneme sahip görülmektedir. Bazı uzmanlar, içinden akan sudaki kirletici maddeleri filtrelemeyle ilgili yüksek ve uzun vadeli kapasiteleri nedeniyle onlara “dünyanın böbrekleri” diyor.
İnsanlar açısından bakıldığında Dünya Vahşi Yaşam Fonu (WWF), dünya nüfusunun yarısının beslenmesinde temel bir gıda olan pirinç gibi bitkilerin yetiştirilmesini destekleyen sulak alanların yakınında 300-400 milyon insanın yaşadığını ve bu alanlara bağımlı olduğunu tahmin etmektedir. Bu alanlar ayrıca sel kontrolü, temiz su, kıyı hattı ve fırtınadan korunma, malzemeler, ilaçlar ve hayati yaşam alanı sağlarlar.
Uzun yıllar boyunca, çevreyi koruma çabalarımızın çoğunun odaklandığı yaşam alanı, başta Kongo ve Amazon gibi yağmur ormanlarını içeren ormanlardı. Ancak sulak alanlar, ormanlardan daha da etkili karbon tutma alanları olabilir. Araştırmalar, mangrovların ve kıyı sulak alanlarının, olgun tropik ormanlara kıyasla on kat daha fazla karbon tutma kapasitesine sahip olduğunu göstermektedir. Ayrıca sulak alanlar, aynı yüz ölçümüne sahip tropik ormanlara göre üç ila beş kat daha fazla karbon depolar. Ne yazık ki açık bataklıklardan orman bataklıklarına ve mercan resiflerine kadar sulak alanlar, her zaman gündemde tuttuğumuz ormanlardan üç kat daha hızlı bir şekilde yok oluyor.
- Yüzyıldan bu yana sulak alanların %80’inden fazlası bir şekilde “bozulmuş”, %35’i ise 1970’ten bu yana yok olmuştur. Ve bu durumun doğal bir sonucu olarak o günden beri tatlı su türlerinin popülasyonlarında şaşırtıcı bir şekilde %83’lük bir çöküş olmuştur[1].
Ancak henüz her şey kaybedilmedi. Son bir kaç on yılda, acil eylem gerektiren kritik bir sorun olan bu durum ile ilgili olarak hem sorunun temelinde hem de politika yapıcılar seviyesinde uluslararası farkındalıkta bir artış görüldü.
Sulak alan nedir?
Sulak alanın genel tanımı, “kısmen su ile kaplanmış veya suya doymuş iç veya kıyı arazisi”dir, ancak ABD Balık ve Yaban Hayatı Servisi (USFWS) tarafından [2]“…su tabakasının genellikle yüzeyde veya yakınında olduğu veya toprağın sığ su ile kaplandığı karasal ve su sistemleri arasında geçiş sağlayan araziler…” şeklinde yapılan ve yasal korumayı uygulamak için gerekli olan daha resmi bir tanımı da vardır.
Pek çok farklı şekilde karşımıza çıkarlar ve tüm kıtalarda örnekleri vardır. Florida Bataklıkları, Avustralya’nın Büyük Bariyer Resifi ve Amazon Havzası dünyanın en tanınmış sulak alanları arasındadır.
Çok genel bir ifadeyle, birkaç ana sulak alan kategorisi vardır[3][4]:
- Açık Bataklıklar: Kalıcı olarak veya nehirlerin, akarsuların, göllerin veya göletlerin kıyılarında suyun yükseldiği dönemlerde su basmasıyla oluşan sulak alanlardır. Açık bataklıklara, su altında bulunan, yüzeyi yaprakla kaplayan veya içinde yetişen bitkiler hakim olabilir. İster karada ister kıyıda olsunlar ve nehirler veya okyanuslarla beslensinler, açık bataklıklar tatlı veya tuzlu suyla dolu olabilir. Gelgitlere, akıntılara ve mevsimlere bağlı olarak, bu bölgelerdeki su seviyeleri genellikle dalgalanır.
- Kıyı şeritlerinin etrafında nispeten sığ suya kadar çıkan ve genellikle %100’e kadar gelişen bitki türleriyle görülen açık bataklıklar bulunur.
- Yarı açık bataklıklar daha derin sularda bulunur ve suya batmış bir bitki topluluğu ile içinde yetişen ve/veya yüzer yapraklı bitki örtüsünün karıştığı bir bitki örtüsü ile görülür.
- Sulak çayırlar (veya su çayırları): Genellikle bataklıklar ve suya daha az doymuş topraklara sahip diğer sulak alanlar arasında ya da ıslak çukurlarda ya da yeraltı suyu çıkış bölgeleri etrafında bir geçiş bölgesi oluşturan kalıcı ya da neredeyse kalıcı suya doymuş topraklara sahip sulak alanlardır. Çayırlar, geniş yapraklı birkaç çiçek bitkisi bulunan çayır ve çimenlerin hakim olduğu sulak alanladır.
- Kaynak suyu ve sızıntı bataklıkları: Yeraltı suyunun yüzeye ‘sızmasıyla’ beslenir. Burada bulunan bitki örtüsü su kimyasına ve asiditeye bağlıdır.
- Kaynak suyu bataklıkları: Tipik olarak kireçli, dolomitik topraklardan veya dip kayalarından çıkan yeraltı suyu nedeniyle alkalindir ve tipik olarak otsu bitki örtüsüne sahip, ölü bitki materyalinin oluşturduğu turba tabakası içerir.
- Sızıntı bataklıkları ise eğimlerin veya buzul birikintilerinin tabanında suyun doymuş topraklardan veya bir pınardan çıktığı yerlerde bulunur.
- Turbalık: Yağışın tek su kaynağı olduğu tatlı su havzası sulak alanlarıdır, bu nedenle yeraltı suyu veya akarsular ile beslenmezler. Genellikle süngerimsi ve yosunların hakim olduğu bir toprağa sahiptirler. Avrupa, Asya, Kuzey Amerika bölgelerinin daha soğuk iklimlerinde ve Kuzey Kutbu’nda yaygındırlar. Burada yosunlar, bir mikro iklim yaratarak çok düşük oksijen seviyeleri ve besin değeri ile asit yağmuruna benzer şekilde suyu 3,0 pH’a kadar düşük seviyelerde asitleştirir. Genellikle bitki kalıntılarıyla dolu göllerden dönüşerek oluşurlar. Zamanla, bu kalıntı kısmen gübreleşir ve önemli bir karbon depolama kaynağına dönüşür.
- Orman Bataklıkları: Genellikle yılın belirli zamanlarında durgun suya sahip olan ve genellikle nehirler veya yavaş akan akarsular boyunca suyun çok fazla yükselmediği, odunsu bitki örtüsünün hakim olduğu tatlı veya tuzlu sulak alanlardır. Turbalıkların aksine, besin açısından zengin bir ortam sunarlar.
- Orman bataklıklarına, mangrovlar veya selviler gibi suya dayanıklı ağaçlar hakimdir.
- Bazen çalılık sulak alanlar olarak da bilinen çalı bataklıklarına kısa çalılar hakimdir.
Biyolojik çeşitlilik cennetleri
Sulak alanlar, biyolojik çeşitlilik açısından daha üstün görünen coğrafi alanlarla aşık atabilirler. Dünya’nın kara yüzeyinin yalnızca küçük bir kısmını kaplasalar da bilinen tüm balık türlerinin %30’u da dahil olmak üzere tüm bitki ve hayvan türlerinin %40’ı sulak alanlarda yaşıyor veya ürüyor[5]. Şu ana kadar sulak alanlarda 100.000’den fazla tatlı su türü tespit edilmiş ve her yıl 200 yeni tür keşfedilmektedir.
Soyu tükenme tehdidi altındaki çoğu amfibi ve sürüngen canlıya ev sahipliği yapar, göçmen ve yerel su kuşlarına ev sahipliği yapar ve binlerce bitki türünü besler. Mangrovlar ve mercan resifleri gibi kıyılarda bulunan sulak alanlar, dünyadaki biyolojik olarak en çeşitli yerler arasında yer alırken, birçok endemik tür yalnızca belirli bir sulak alanlarda bulunur. Ne yazık ki, bu türlerin dörtte biri neslinin tükenmesi tehdidiyle karşı karşıya. Örneğin, New South Wales, Avustralya’da, 47’si sulak alanlarda yaşayan 71 bilinen kurbağa türü vardır[6]. Bu sulak alanlar tehdit altında olduğundan dolayı neredeyse 18 yerel kurbağa türü tehdit altındadır. Bu durumla mücadele etmek için New South Wales’deki hükümet, en son 2016’da yürürlüğe giren Biyoçeşitlilik Koruma Yasası’nın sulak alanları korumayı amaçlayan bir dizi politikasını yürürlüğe koymuştur ve bölge, 2005’ten bu yana koruma altındaki rezervlerine 200.000 hektar sulak alanı daha eklemiştir.
Karbon azaltımını hızlandırıyor
Sulak alanlar, serbest bıraktıklarından çok daha fazla karbon depolayabilir ve bu da onları dünyanın en önemli ‘karbon tutma alanlarından’ biri haline getirir. Araştırmalar, küresel kara alanlarının %5’inden daha az ve okyanus alanının %2’sinden daha az bir yüz ölçümüne sahip olsalar da okyanus tortularına gömülü tüm karbonun yaklaşık %50’sini depoladıklarını göstermektedir.[7] Bu nedenle sulak alanlar, Paris Anlaşması’nın “küresel ortalama sıcaklıktaki artışı sanayi öncesi seviyelerin 2°C altına düşürme” hedefini 1,5°C’lik bir seviyede sınırlama hedefine ulaşılması açısından önemlidirler.
Sulak alanların karbonu yakalama ve depolama kapasitesi bir dizi faktöre bağlıdır. Önemli bir unsur, doğal olarak bitki ve diğer organik maddelerin çürümesini yavaşlatan, kıyıdaki sulak alanlarda yaygın olan gelgitten etkilenen ve suyun altında kalmış topraklardaki ıslak ve düşük oksijenli koşullardır. Fotosentez sırasında, bitkiler hava ve sudan karbondioksidi emer ve bunu büyümelerini desteklemek için kullanır. Bitkiler öldüğünde veya eski yaprakları veya kökleri döküldüğünde, bozulan organik maddedeki karbon toprağa kilitlenerek atmosfere salınmasını ve iklim değişikliğine katkıda bulunmasını önler.
Bununla birlikte, örneğin kurutularak sulak alanlar bozulduğunda depolanmış karbon atmosfere üç önemli sera gazı şeklinde salınır: karbondioksit, metan ve azot oksit. Her yıl kıyı sulak alanlarının tahrip olması nedeniyle yaklaşık 450 milyon metrik ton karbondioksit salındığı tahmin edilmektedir.[8]
Doğal su filtreleri
“Dünyanın böbrekleri” unvanından da anlaşılacağı üzere sulak alanlar da suyun saflaştırılmasında olağanüstü etkilidir. Çökelti içeren su, sulak alanlardan geçerken, suyun akışı yavaşlar, böylece çökelti suda çöker ve zemin katmanının bir parçası haline gelir[9]. Bu şekilde su daha berrak hale gelir ve tortu giderilir, aksi takdirde bulanık su koşulları oluşur. Bu, özellikle fosfor ve nitrojen gibi yüksek düzeyde besinler içeren tarımsal çözelti kimyasalları ve kanalizasyon atıkları ile başa çıkmada faydalıdır.
Sulak alanlar, bu besinlerin içme için kullanılan yeraltı suyunda toksik seviyelere ulaşmasını durdurabilir ve diğer su bitkilerinin ve hayvanlarının hayatta kalması için oksijeni tüketen ve gerekli ışığı engelleyen su yosunu büyümesinde büyük bir artışa neden olan ötrofikasyonu azaltabilir.
Çökeltilerin giderilmesi insanlara, bitkilere ve hayvanlara fayda sağlar, çünkü çökeltiler genellikle toksin içerir ve bu kirleticiler sulak alanlarda çökelti tabakası içinde ayrışır. Bu katmanın bozulmadan kalması koşuluyla, bu kirleticiler etkin bir şekilde hapsedilip zararsız hale getirilirken, gıdalar için suyu filtreleyen istiridye gibi organizmaların daha temiz su sayesinde bol miktarda çoğalmasını sağlar.
Sulak alanlarda yaşayan bitkilerin bile suyun saflaştırılmasında oynayacağı bir rol vardır. Bunların birçoğu pestisitlerden, endüstriyel atık tahliyesinden ve madencilik faaliyetlerinden kaynaklanan toksik maddeleri uzaklaştırabilir[10]. Örneğin, özellikle Eichhornia crassipes (su yosunu), Lemna (ördek otu) ve Azolla (su otu) olmak üzere bazı yüzen bitkilerin dokuları, atık su içinde bulunan demir ve bakır gibi ağır metalleri emebilir ve ‘saklayabilir’. Bitkiler tarafından tutulan ağır metallerin miktarı su hızı, iklim ve bitki türü gibi çok çeşitli faktörlere bağlıdır; ancak bitki gövdesi, yaprak ve kökünün tuttuğu seviyeler genellikle arıtılan atık suda tutulan seviyelerden çok daha yüksektir.
Bu ilkeler, büyük ölçekte dünyanın en kalabalık şehirlerinden birine başarıyla uygulanmıştır. İlk başta bir milyon insanı barındırması için inşa edilen Hindistan’daki Kalküta (Calcutta), çoğu gecekondu bölgesinde yaşayan 10 milyondan fazla insana ev sahipliği yapıyor.
Ancak 8.000 hektarlık Doğu Kalküta Sulak Alanları[11] ve orada çalışan 20.000 kişi, toksinsiz balık ve taze sebze yetiştiriciliğini desteklemek için şehrin kanalizasyonunun üçte birini ve yerel atıkların çoğunu yeniden kullanabiliyor.
Aşırı hava koşullarına karşı koruma
Yakında yaşayan herkes için sulak alan habitatının en büyük faydalarından biri, çok farklı doğal tehlikelere karşı bir savunma görevi görmesidir. Yüksek gelgitleri engelleyip gelen suyun gücünü taşkın ovasına dağıttığı için kıyıdan gelen sele karşı bir bariyer oluşturur. Kuraklık sırasında su güvenliğini artırmak için suyu depolar. Kıyı iklimlerini dengelemeye yardımcı olabilir. Sulak alan yüzeyinin altındaki gözenekli zemin, yoğun yağmuru emerek su baskını riskini azaltabilir.
Bunun nedeni[12], sulak alanların %20 ila %30 organik madde içeren ve yetersiz drenaja sahip alanlarda gelişerek gübreleşen bitki veya hayvansal maddelerin toprağın bir parçası haline gelmesine neden olan histosol adı verilen suyu seven topraklar içermesidir. Histosoller büyük miktarlarda su emebilir – tek bir dönümlük sulak alan 1,5 milyon galon kadar suyu emebilir.
Sulak alanların koruyucu gücü 2012 yılında ABD Doğu Sahili’ne çarpan en şiddetli fırtınalardan biri olan Sandy Kasırgası tarafından gösterilmiştir[13]. En fazla sulak alana sahip dört eyalette, su baskını hasarı sulak alanlarla korunmayan alanlara kıyasla %20-%30 oranında daha azdı. Sadece sulak alanların taşkın ovasının %10’unu kapladığı New Jersey’de, eyaletin sel hasarında yaklaşık 430 milyon ABD doları tasarruf ettiği tahmin ediliyor.
Sigorta şirketleri bunu not etti. Şimdi Zurich Canada, diğer 14 sigorta şirketiyle birlikte, Nature Force’u kurmak için çevresel kâr amacı gütmeyen kuruluş Ducks Unlimited Canada ile işbirliği yapıyor. Nature Force, modelleme araçlarını kullanarak Kanada genelinde sele yatkın kentsel alanları belirleyecek ve ardından sel dayanıklılığı sağlamak için sulak alanları yeninden canlandırmak veya yönetmek için projeler geliştirecek.
Saldırı altında
Sulak alanlar, karbon tutma özelliğini bir kenara bırakın, bu kadar önemli biyo-çeşitlilik alanları ise en başta neden kurutuldular? Cevap, çoğu zaman olduğu gibi, kısa vadeli düşünme ve bilgisizliğin bir bileşimidir. Örneğin, İtalya’daki Pontine Açık Bataklıklarını kurutmak, Roma’yı istila eden sıtma taşıyıcısı sivrisineklere ev sahipliği yaptığı için iyi bir fikir gibi görünüyordu[14]. Irak’ta, Saddam Hüseyin 1980’lerde düşmanlarını saklamayı bırakmaları için bölge halkı üzerinde baskı kurmak amacıyla Mezopotamya bataklıklarını kuruttu. Ancak son yüzyıllarda sulak alanların çoğu tarımsal ve ticari öncelikler nedeniyle kaybedildi.
Buna bağlı olarak, sulak alanların yalnızca atıl, kurutulduktan veya doldurulduktan sonra çok daha iyi kullanılabilen verimsiz arazi olduğu öteden beri süregelen bir inançtır. BM’nin Indo-Burma Wetland Outlook 2022 raporu Mekong Deltası’nın “kentsel yayılma neticesinde çevredeki taşkın ovalarının yok olmaya devam ederek altyapı gelişimi için doğal sulak alanların doldurulduğu ve ‘geri kazanıldığı’ konusunda uyarıda bulunuyor.”[15]
Korumaya doğru ilerleme
Neyse ki, son birkaç yılda sulak alanların gezegenimizin çevresel sürdürülebilirliğine yaptığı kritik katkılar ve bunları kurutmak yerine koruma ve eski haline döndürme ihtiyacı konusunda artan bir küresel bilinç oluştu.
Sulak alanları koruma mücadelesi ilk olarak, göç eden kuşlar için çok önemli bir duraklama sulak alanı olan İspanya’nın Coto Doñana bölgesinde 1963 yılına kadar toprak satın alan Dünya Vahşi Yaşam Fonu (WWF) gibi yaban hayatı yardım kuruluşları ile başladı[16]. Milyonlarca hektarlık sulak alanı satın almak ve korumak için hükümetler ve diğer hayır kurumlarıyla çalışmaya devam etti. Örneğin, 2000 yılında Bulgaristan, Romanya, Ukrayna ve Moldova hükümetleri ile işbirliği yaparak, Tuna nehrinin alt kısımları boyunca 1,4 milyon hektarlık sulak alanı kapsayan bir plan kapsamında korunmuş bir yeşil koridor oluşturdu.
Yine de WWF’nin en büyük katkısı, 1971’de Ramsar Sözleşmesi’ni oluşturmaya yönelik çalışması olabilir.[17] Adını, tasarısının hazırlandığını İran şehrinden alan tek bir ekosisteme odaklanan tek küresel anlaşma olan Sulak Alanlar Ramsar Sözleşmesi, ilk başta yedi ülkenin katılımıyla imzalanırken bugün 170[18] ülkenin imzasını taşıyor ve bunu imzalayan ülke sayısı, tüm BM üyelerinin neredeyse %90’ı kadar oldu. Bu imza sahipleri şunları taahhüt ediyor:
- Uluslararası Önemdeki Sulak Alanlar listesi oluşturarak yüksek değerli sulak alanları belirlemek (Ramsar alanları)
- Tüm sulak alanları akıllıca kullanmak ve sınır ötesi konularda işbirliği yapmak.
Bugün Avusturya, Kazakistan, BAE ve Zimbabve gibi çeşitli ülkelerde toplam 250 milyon hektardan fazla bir yüzey alanını (Cezayir’den biraz daha büyük bir alan) kapsayan yaklaşık 2.500 özel Ramsar alanı bulunmaktadır.
İlk çok taraflı çevre anlaşmalarından biri olan Sulak Alanlar Sözleşmesi, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD) ve Dünya Mirası Sözleşmesi (WHC) gibi biyolojik çeşitlilikle ilgili diğer altı önemli küresel sözleşme ile birlikte çalışmaktadır[19]. 2030 yılına kadar “herkes için daha iyi ve daha sürdürülebilir bir gelecek” elde etmeyi amaçlayan BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin (SDG’ler) oluşturulmasıyla 2015 yılında bir atılım daha gerçekleşti. Ramsar Anlaşması’nın sulak alanlar ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ile ilgili 2018 raporunda açıkça ortaya koyulduğu üzere, her bir Sürdürülebilir Kalkınma Hedefinin çoğuna yalnızca sulak alanların korunmasına hep birlikte odaklanarak ulaşılabilir.[20]
Ardından daha fazlası geldi. 2022 yılında, BM Biyoçeşitlilik Konferansı’nda[21] ülkeler doğayı korumak için önemli bir anlaşmaya vardılar. Bu anlaşmaya, bozunmuş iç su kütlelerinin en az %30’unu geri kazandırma ve sağlıklı tatlı su ekosistemlerini adil bir şekilde koruma hükmü de dahildi. 2023 yılındaki BM Su Konferansında, ‘Tatlı Su Mücadelesi’ başladı. Bu, 2030 yılına kadar 300.000 km uzunluğundaki akarsuları canlandırmayı ve 350 milyon hektarlık sulak alanı (Hindistan’dan daha büyük bir alan) yenilemeyi amaçlayan Kolombiya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Ekvador, Gabon, Meksika ve Zambiya gibi hükümetlerden oluşan bir koalisyon tarafından yönetilen iddialı bir girişimdir.
Tüm bu faaliyetler iyi gidiyor. Çin’deki Güney Bilim Teknolojisi Üniversitesi tarafından hazırlanan bir raporda[22], araştırmacılar kurumuş sulak alanların yeniden canlandırılmasının yüzyılın sonuna kadar aynı dönemde beklenen insan kaynaklı emisyonların yaklaşık onda birine denk gelen 100 milyar tondan fazla karbondioksite eş değer emisyonları önleyebileceğini hesaplamıştır[23]. Aynı çalışmada, el değmemiş sulak alanların bozulmasının önlenmesi sayesinde yüzyılın sonuna kadar ek 150 ila 650 milyar ton emisyonun önleneceği sonucuna varılmıştır. Emisyon azaltma potansiyeli en yüksek bölgeler arasında Sibirya, Kanada, Kongo, Brezilya ve Endonezya bulunmaktadır.
Yeni teknolojiler
İklim değişikliğinin küresel zorluklarının üstesinden gelmek, sera gazı emisyonlarını azaltmak için önemli çabalar gerektirir. Acil, kısa vadeli önlemler de somut faydalar sağlayabilir.
Stratejiler arasında taze tortul tabaka ekleyerek sulak alanların boyutunun artırılması da bulunuyor. Ayrıca kıyıdaki sulak alanları korumak için gel git akışlarını kontrol eden “akıllı geçitler” gibi son teknoloji yöntemler de araştırılmaktadır. Bu tür geçitler deniz suyunun çok fazla artmasını engelliyor ve Avustralya’daki Hunter Wetlands Ulusal Parkı gibi yerlerde umut verici sonuçlar doğuruyor[24].
Umarız beklentiler karşılanır
50 yıldan daha uzun bir süre önce Ramsar’da sulak alanların öneminin ilk kez resmi olarak kabul edilmesinden günümüze kadar dünya, bu alanların muazzam değerini ve potansiyelini giderek daha fazla önemsiyor. Bu karmaşık ekosistemler yalnızca kritik karbon tutucu ve doğal temizleyiciler olarak görev yapmakla kalmaz, aynı zamanda iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı ön savunma sağlar.
Daha da önemlisi, değişim ivme kazanıyor ve böyle de olmalı; çünkü doğru yolda olabiliriz, ancak yakalamaca oynuyoruz. Dünya Kaynakları Enstitüsü’ne göre, 2030 yılı Paris Anlaşması hedeflerine ulaşmak için yeniden ağaçlandırma ve kıyı sulak alanlarını yeniden canlandırma hızı üç katına çıkmalıdır[25]. Bununla birlikte işaretler olumludur ve ilerleme kesindir. Sulak alanlar, gezegenimizin çevresel, sosyal ve ticari sürdürülebilirliği için gerekli olan hayati bir doğal varlık olarak kabul edilmektedir. Onlarla ilgilenirsek hepimiz fayda sağlarız. Bunu yapmazsak, daha sürdürülebilir bir gelecek umutlarımız okyanusların yükselen sularının altında kalabilir.
[1] https://www.unep.org/news-and-stories/press-release/largest-river-and-wetland-restoration-initiative-history-launched-un
[2] https://pondinformer.com/wetland-types/
[3] https://www.greenpeace.org.uk/news/wetlands-biodiversity-climate-change
[4] https://www.wetlands-initiative.org/what-is-a-wetland
[5] https://www.un.org/en/observances/world-wetlands-day
[6] https://www.zurich.com/en/media/magazine/2022/why-we-should-care-about-and-protect-our-wetlands
[7] https://bg.copernicus.org/articles/2/1/2005/
[8] https://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0043542
[9] https://sciencing.com/do-wetlands-filter-water-6398284.html
[10] https://www.ramsar.org/sites/default/files/documents/library/services_05_e.pdf
[11] https://www.ramsar.org/sites/default/files/documents/library/services_05_e.pdf
[12] https://www.zurich.com/en/media/magazine/2022/why-we-should-care-about-and-protect-our-wetlands
[13] https://www.zurich.com/en/media/magazine/2022/why-we-should-care-about-and-protect-our-wetlands
[14] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/20812795
[15] https://www.iucn.org/sites/default/files/2022-11/indo-burma-wetland-outlook-2022_v4.5_pages-compressed.pdf
[16] https://wwfint.awsassets.panda.org/downloads/wwf_50_years_ddd__lrsm_1.pdf
[18] https://www.ramsar.org/sites/default/files/documents/library/services_05_e.pdf
[19] https://www.ramsar.org/about/partnerships/partnerships-other-conventions
[20] https://www.ramsar.org/sites/default/files/documents/library/wetlands_sdgs_e.pdf
[21] https://www.unep.org/un-biodiversity-conference-cop-15
[22] https://www.newscientist.com/article/2335373-rewetting-dried-wetlands-could-stop-100-billion-tons-of-co2-emissions
[23] https://www.newscientist.com/article/2335373-rewetting-dried-wetlands-could-stop-100-billion-tons-of-co2-emissions
[24] https://www.wrc.unsw.edu.au/news/turning-the-tide-on-the-hunter-wetlands
[25] https://www.wri.org/insights/climate-action-progress-indicators-2030-2050-targets